Nazife Şişman

BİLDİĞİMİZ KİTABIN SONU

İmam Gazâlî, yıllar süren eğitiminden dönerken, içinde bulunduğu kervan haydutların saldırısına uğrar. Haydutlar, kervandaki kıymetli eşyaların yanı sıra onun kitaplarını ve defterlerini de gasp eder. Kitap ve defterlerini geri isteyen Gazâlî’ye haydudun verdiği cevap hayrete şayandır: “Nasıl olur da ilim tahsil ettiğini iddia ediyorsun? Baksana defterlerin elinden alınınca hiç ilmin kalmıyor.” Kitaplarını ve defterlerini geri alan Gazâlî, bilginin üst üste yığılan bir şey olmadığını o an idrak eder ve memleketine döndüğünde bilgiyi gönlüne nakşetmenin derdine düşer.

Son zamanlarda kitaplarla aramdaki münasebeti sorgulamama yol açan birtakım alışkanlıklar kesbetmeye başladım. Artık pek çok makaleyi PDF olarak indiriyorum. Online kütüphanelerin özellikle ücretsiz hizmetlerinden yararlanıyorum. Bilgisayarımda da bir kütüphanem var. Klasörlerim kitaplık rafları gibi konusuna göre tasnif ediyor metinleri. Bu “kitaplarım”ı okurken Word’un altını çizme, kenarına not alma gibi imkânlarını kullanmaya henüz elim varmıyor. Bilgisayarda ayrı bir dosya açıp alıyorum notlarımı. Bazen de defterime kaydediyorum çok önemlilerini. Yani bilgisayarımda kayıtlı kitap ya da makalelerime şöyle göz atan biri, onları okumuş olduğumu anlayamaz. Çünkü benden bir iz yok üzerlerinde. Bir iki yıl önce de e-kitap okuyucu kullanmaya başladım. Özellikle seyahatlerde tek bir alete onlarca kitap yükleyip yanıma alabiliyorum. Üzerini çizip notlar alsam ve Word dosyasına aktarmayı yeni yeni uygulamaya başlasam da ekrandan okuduklarımın kağıt üzerinden okuduklarım kadar kalıcı olmadığı şeklinde bir hissiyatım var.

Halbuki kitaplarım öyle mi?

Ben kitabın sayfalarına notlar alarak, çizerek, hırpalayarak okumayı severim. Tabii ki bazı kitaplar vardır, hızla okuyup hiç yıpratmadan bir kenara bıraktığım. Ama elimde çok dolaşan kitaplar hemen belli olur. Yıllar önce çizdiğim satırları, aldığım notları sonradan anlamlandırmaya çalışmak bazen canımı sıksa da düşünsel serüvenimi takip etme imkânı verir bana. Yani kâğıdın üzerine dizilen harflerin büyüsünden, raflarda dizili kitap ciltlerine dokunmanın hazzından, üzerine çize çize, kenarına yaza yaza kitap okumaktan vazgeçmem mümkün değil.

Bir de üzerinde başka gözlerin gezmiş olduğunu bildiğim, özel kişilerin notları ve işaretleri olan kitaplar vardır. Onların kıymeti, içinde yazılanın ötesindedir. Ve onlar sadece bir kitap değildir benim için. Bazen bir satırda derinleşen bakışımın yazanla ve benden önce okuyanlarla birleştiği anlara götüren derinlikler kazanır kitap. Bütün bunlar kitabı, “hayatı okumak”, “bir tek kitabı daha iyi okumak için bütün kitapları okumak” gibi ifadelerde kendisini gösteren bir mertebeye çıkarır benim için. İki kapak arasına yerleştirilmiş kâğıt yapraklardan ibaret olmaz artık kitap.

Her daim şu hakikati anlatır bu tür okumalar: Kitab’ında kaleme ve yazdıklarına ant içilen, vahyin ilk emri “oku” olduğu halde peygamberi ümmî olan bir dinin mensubuyuz. “Başlangıçta logos/kelam vardı” diye buyrulan İbrahimî geleneğin devamı olan bir vahye muhatabız. Bu sebeple kitap, yazı ve metin, bizim için, Gutenberg sonrası iki kapak arasına kaydedilmiş bir şey ya da yazarın otoritesinin ve özgünlüğünün bir tezahüründen ibaret değildir. Elbette bizim için de bir otoritesi var kitabın. Halk arasında “kara kaplı” ifadesiyle karşılık bulan metin ve kitap, bizim için Kur’ân’a nispet edilmesi ve oradan kaynaklanması sebebiyle kendinden bir otoriteye sahiptir. İsmail Kara’nın vurguladığı gibi metin ve kitap, bu “kendinden otorite”nin “devamında da toplumsal/insanî diyebileceğimiz ilavelerle büyüyen, yükselen mühim bir değere ve kurucu, sürdürücü bir iksire sahiptir. Çünkü söz/kelam oradadır.” (1)

Şerh ve haşiye geleneği kitaba/metne bu toplumsal/insanî ilaveleri yaparken, metinleri güncellerken kendini bir ilim çevresine ait kılma işlevi de görüyordu. Yani bir metin hiçbir zaman bitmiş bir metin değildi. Modernleşme döneminde özgün ve telif olmadığı iddiasıyla bu şerh ve haşiye geleneğini eleştiren ve ilim geleneğimizi yok sayan bir yaklaşım hâkim oldu. Halbuki günümüz postmodern kültüründe dijital ortamın mümkün kıldığı katılımcı ve paylaşımcı metin, yeniden gündemde. Bu tarihsel sürecin arka planını irdelemenin ve şerh ve haşiye üzerinden gelişen ilim geleneğinin kıymetini takdir edecek çalışmaların gereğine, sadece işaret etmekle yetinelim.

Kitapla olan münasebetimizin böyle bir arka planı var, ama matbaa bize gecikerek gelmiş olsa da okur, yazar ve metin ilişkisini dönüştüren Gutenberg dönemini biz de tecrübe ettik. Yani, Batı kültüründe, Ortaçağ’ın sonunda ortaya çıkan ve modern bir figür olan yazar, bizde de 19. yüzyılda ilk örneklerini vermeye başladı. Esasında “author/yazar”, İngiliz ampirizmi, Fransız rasyonalizmi ve Reformasyon’un kişiye olan inancı ile birlikte dünya sahnesine çıkar. Pozitivizmin ve kapitalist ideolojinin verdiği ivme ile yazarın kişiliği merkeze oturur ve metnin oluşturulmasında otantiklik ve özgünlük gibi yazarı otorite, kitabı da bitmiş ve bütünlüğü olan bir metin kabul eden yaklaşım hâkim olur.

Günümüzde ise “author”/yazar, yerini “writer”/yazar’a bırakırken, konuşanın yazar değil dil olduğu vurgulanmaya başlandı. Roland Barthes 1960’larda “yazarın ölümü”nden bahsederken bu gelişmenin ön haberini veriyordu. (2)

Rönesans’tan beri Batı kültüründe iletişim, matbaada basılmış kitabın sembolize ettiği, mekanik olarak üretilmiş kitlesel metinlerle sağlandı. Fakat bugün internet, dijital teknoloji ve elektronik medyadaki gelişmeler, bu iletişim türünün sonuna geldiğimizin işaretlerini veriyor. McLuhan, son beş yüz yıllık dönemi tanımlamak için “Gutenberg Galaksisi” tabirini kullanmıştı. (3) Bu galakside metinde orijinallik, bireysellik, özerklik ve denge aranıyordu ve bir komposizyon bekleniyordu yazardan.

Halbuki matbaa öncesi dönemde, yeniden yaratıcılık, kolektiflik, bağlamsallık ve geleneksellikti bir metinden/performanstan beklenen. (Edebî ve dinî eserler sözlü olarak aktarılıp okunuyor, yazma kitaplar da zaten sesli okunmak için kaleme alınıyordu). Dijital teknolojiyle birlikte matbaa öncesi sözlü kültürün esneklik ve katılımcılığına yeniden dönüldüğü, iki kapak arasına yerleştirilmiş ve bu sebeple bütünlüğe ulaşmış olduğu düşünülen metni yazanın otoritesini kaybettiği düşüncesinde olanlar, matbaada basılmış kitabın egemen olduğu dönemi “Gutenberg parantezi” olarak tanımlıyorlar. Parantez kapandıktan, yani dijital teknoloji dönemine geçildikten sonraki metinlerin temel özellikleriyse örnekleme, ödünç alma, yeniden şekil verme, aşırma, otlanma, karıştırma, yeniden bağlama yerleştirme gibi internetin, dijital kültürünün mümkün kıldığı eylemler.

Matbaadan önce kitapların elle yazıldığı dönemde bir müstensih, bir eserin nüshasını çıkardığında metne müdahale eder, bir şeyler ekler, bir şeyler çıkarır ve böylece ortaya çıkan eser, yazar ile istinsah eden arasında bir uzlaşının ürünü olurdu. Bu sebeple, bir yazmada orijinali aramaktansa bu değişkenlik ve esneklikten istifade etmek daha anlamlıydı.

Matbaaysa hem yazılanları iki kapak arasına toplayarak metnin otantikliğini sağladı, hem de standart çoğaltma ile kitabı kitleselleştirdi. Bu, bazılarınca bilgiye ulaşmada demokratikleşme olarak görülse de kitap, kapitalist piyasada bir ürün olma yolunda ilerledi. Günümüzde matbaada basılan kitaptan bilgisayara doğru geçiş yaparken, aynı zamanda hiyerarşik toplumsal düzenden “ağ kültürü” dediğimiz şeye de geçiş yapıldığını söyleyerek bu yeni dönemi büyük bir sevinçle karşılayanlar var. Mesela sözlü kültür üzerine ilk kapsamlı çalışmayı yapan Walter J. Ong, dijital teknoloji dönemini sözlü kültürün ikinci dönemi olarak niteliyor. (4) Gerçi Ong bu değerlendirmeyi yaptığında (1980’lerin başında) iPad’ler, iPhone’lar ve sosyal medya yoktu. Şimdi olsa aynı değerlendirmeyi yapar mıydı bilmiyoruz.

Ama dijital teknolojinin imkân sağladığı yeni metin türünü, yani hiper-metni, Gutenberg galaksisindeki metne göre tercih edilir kılan özellikler olarak şunları sayıyor konuyla ilgili fikir serdedenler: Hiper-metinde okuyucu aktiftir; metin akışkan, çoklu ve değişkendir; sabit ya da tek değildir; çok merkezlidir; başı ve sonu yoktur; network hâlindedir; hiyerarşik değildir, demokratiktir. Sözlü kültürde var olan esneklik ve katılımcılığa benzer bir özelliğe sahip olması nedeniyle hiper-metni kutsayanlar, edebî metinleri de birer data gibi dijitalleştirmenin bize neleri kaybettireceği konusunda uyarılarda bulunanlara kulaklarını tıkıyorlar. Edebiyata, felsefeye, dinî metinlere dijital veri (data) muamelesi yapmanın bizi sözlü kültürün zenginlik ve esnekliğine mi ulaştıracağı yoksa bilgisayarın ara yüzüne mi hapsedeceği meçhul.

Bu tartışmalarla ilgili yüzeysel bir fikir sahibi olmak bile kitabın dijital ortama taşınmasının, kâğıdın pütürlü yüzeyine ve kitabın cildine nostaljinin ötesinde bir yaklaşımla ele alınması gereken önemli bir mesele olduğunu gösteriyor. Bu açıdan elbette ciltli kitaba ağıt yakanlarla beraberim ben de. Çünkü insanın alışkanlık kesbettiği şeyleri bırakması zordur ve eşyayla ünsiyet kurmak önemlidir. Ama şunu da unutmamalıyız ki, eşyayı fetişleştirmeye varmadığı sürece kabul edilebilir bu ünsiyet. Kitabı ekrandan da okuma konusunda perhizkâr davranmayışımı bu anlayışla açıklıyorum kendime. Ama bu, her gün hızlanan teknolojiye ayak uydurmak için telaşa teslim olduğum anlamına gelmiyor. Hızın hâkim olduğu bu alanda hem basirete hem ferasete ihtiyacımız var. Çünkü yeni teknoloji, kitap, metin, yazar, okuyucu ilişkisini değiştirirken esasında bilgi, değer anlayışımızda da değişimlere yol açıyor.

  1. İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz: Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011.
  2. Roland Barthes,“The Death of the Author”. İngilizceye çeviren: Richard Howard. Kaynak: http://www.tbook.constantvzw.org/wp-content/death_authorbarthes.pdf
  3. Marshall McLuhan, The Gutenberg Galaxy: The Making of Typographic Man. Toronto: University of Toronto Press, 1962.
  4. Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojikleşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu Bonan, 6. basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2012.

Nazife Şişman

*Bu yazı Dijital Çağda Müslüman Kalmak kitabında yayımlandı.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir