Nazife Şişman

Yeni medya yeni ilmihal

Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, 2010 yılında verdiği bir mülakatta sosyal medyada mahremiyetin geleceği ile ilgili soruya, “mahremiyet artık norm değil” cevabını vermişti. “İnsanlar sadece daha çok ve çeşitli bilgiyi paylaşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan memnunlar.”

2015 yılı istatistikleri de Zuckerberg’i destekler nitelikte. Günde 890 milyon kişi giriş yapıyor Facebook’a. 350 milyon fotoğraf ekleniyor, 5 milyar içerik giriliyor ve 4,5 milyar kez ‘like’ butonuna basılıyor. Eskiden özel diye nitelenen pek çok bilgiyi paylaşıyor artık insanlar. Yeni mecralar, mahremiyetin tanımını değiştirerek ‘kendini sergileme’yi adeta normalleştiriyor. Çünkü gözetlenmek ‘katılım’ın gerekli bir parçası. Orada olmak, dâhil olmak için bir miktar gözetlenmeyi göze almak gerekiyor.

Eskiden açığa vurulmadıkça pek çok şeyin özel olduğu düşünülürdü. Şimdi ise özel olduğu ispatlanıncaya ya da özel olduğu belli çabalarla tescilleninceye kadar pek çok bilgi ve belge kamusaldır kabulü var.

Peki, nedir eskiden ortaya konulmayan, gizlenen, ulaşılması yasak olan, izin verilmeden yaklaşılmaması gereken, korunan, kişiye özel olan ve şimdilerde ise ortaya saçıldığı, ihlal edildiği söylenen bu “mahrem” ya da “özel/kişisel”?

Mahremiyet/özel hayat

Mahremiyet, üzerinde konuşulması zor bir konu. Çünkü kültürel ve tarihsel olarak farklı katmanlarda ele alınması gerektiği gibi mekânla, cinsiyetle de bağlantılı. Mahremiyetten bahsederken modern toplumdaki özel/kamusal ayrımının tarihinden günümüz iletişim teknolojilerinin bu ayrıma ve mahremiyet tanımına yaptığı etki ve katkılara dek pek çok boyutu hem ihatalı hem de derinlikli bir şekilde ele almak gerekir. Çünkü özel yaşam dediğimiz şey, zamanla ve mekânla değişen bir niteliğe sahip. Aynı zamanda dini ve kültürel farklılıklar, özel yaşamın ve mahremiyetin çerçevesi üzerinde etkili.

Mesela İslam’a göre, insan hiç bir zaman yalnız değildir; Allah insana şah damarından daha yakındır. Yani insan mutlak, saf bir gizlilik ve mahremiyeti tecrübe edemez. Sadece yapıp ettikleri değil, düşünce ve duyguları da Allah için aşikârdır.

Fakat İslam, insanın mahrem alanına da özel bir önem atfeder. Mahremde hem yakınlık hem de yasak anlamı iç içedir. Yaklaşılması bile yasak olan haram kavramı ile korunmuş, gizli, kişiye özel gibi anlamları olan mahrem kelimesi aynı kökten gelir. Batı hukuk literatürüne girmeden yüz yıllar önce, İslam hukukunda kişinin özel hayatına dair bir bahis mevcuttur. Evin mahremiyeti ve dışarıdan müdahaleye kapalı oluşu bu önemden kaynaklanır. Başkalarının özel hayatını merak etmek, bu bilgileri paylaşmak, anlatmak hem ahlaken hoş görülmemiştir hem de hukuki yaptırımları vardır.

Dışarıdan müdahaleye karşı korunurken kişinin kendi mahremiyetini koruması, yasak olanı sergilememesi, gizli olanı açığa vurmaması, özel olanı ifşa etmemesi gerekir. Bu fıkhi bir gerekliliktir, ama aynı zamanda terbiyevi boyutuyla tasavvuf literatüründe de önemli bir yeri vardır. Pek çok tarikatta kişinin kemale erebilmesi için ‘görünme’mesi, kendini sergilememesi, ‘sır’rı faş etmemesi temel tavsiyelerden biridir.

Bu bakımdan Müslüman bir toplumun yeni teknolojileri benimserken, mahremiyet, görme/görünme, teşhir ve ifşa gibi meseleleri algılayışında ve uygulamada nasıl bir dönüşüm geçirdiğini gözlemlemek ayrıca dikkat çekici bir önem arz ediyor.

Özel ve kamu ayrımı Doğu’da da Batı’da da çok eskiden beri var olan kavramlardır. Yunan filozofları siyasetin ‘kamusal’ faaliyet alanı ile aile ve hane hayatı ile ilgili özel alanı birbirinden ayırmışlardır. Özel ile ilgili modern incelemeler ise daha yenidir. Mesela George Simmel ‘özel’i açıklarken, “başkalarını yanında itkileri kontrol etme, insanların birbirlerinden ayrı oluş ve karşılıklı bilme dereceleri” olarak tanımlar. Özel olana dair yazıların büyük bir bölümü ‘kontrol’ ile alakalıdır; kişinin kendisine ulaşılmasını kontrol etmesiyle alakalı görülür özel.

Mahremiyet benliğin inşasında, bireysel özerkliğin sağlanmasında ve başkalarıyla yakın ve kişisel ilişkiler kurabilmekte merkezi öneme sahip bir şey olarak tanımlanıyor günümüz akademik literatüründe. Aynı zamanda güçlü ve demokratik bir toplum için de mahremiyet şart kabul ediliyor. Akademik söylem bunu vurgularken, gerçek hayattaki bulgular bunun tam tersi bir uygulamayı işaret ediyor. Günümüzde çoğu kişi için özel hayat, korunması ve muhafaza edilmesi gereken bir değer olmaktan ziyade şöhret ve bilinirlik karşılığında verilebilecek bir toplumsal bedel gibi görülüyor. Reality TV’ler, sosyal mecralar, bloglar ve mobil telefonlar, insanların mahremiyetlerini ifşa ettikleri, özel hayatlarını teşhir ettikleri yeni kanallar.

Gör(ün)mek, gözetle(n)mek, dikizle(n)mek

Diğer taraftan günümüzde mahremiyet ve özel hayatın gizliliği ile ilgili değerlendirme yaparken teknolojinin mekân örgütlenmesi üzerindeki etkisini mutlaka dikkate almak gerekir. Çünkü artık duvarlar, yabancı gözlerden ve bir takım müdahalelerden korumuyor bizi. Yapıp ettiğimiz hiç bir şey gizli kalmıyor. Attığımız her adımı mobese kameraları, banka kartlarının dijital şeritleri, sağlık kayıtları belli merkezlerdeki gözlere ulaştırıyor.

Ama biz bununla da yetinmiyoruz ve gözetleme amaçlı bu dijital imkânlara kendi elimizle de bilgi sunuyoruz. Eskiden istihbaratçıların büyük emeklerle elde ettiği bilgiler, sosyal medya hesaplarında ya da online çeşitli mecralar aracılığıyla bizzat kişinin kendisi tarafından sunuluyor. Yani görmenin, görünmenin, gözetlemenin ve dolayısıyla teşhir ve mahremiyetin yeni halleri ile karşı karşıyayız.

Gören kim, görünen kim?

Kameranın insan hayatına girişiyle birlikte görme/görülme gibi felsefi boyutu da olan kadim meseleler ve eskiden beri var olan, ama yeni insan hakları dilinde tercüme edilmiş halleriyle karşılaştığımız mahremiyet/ifade hürriyeti gibi meseleler köklü bir değişim geçirdi.

Görme ve görülmenin metafizik bir boyutu vardır esasında. Mesela Yaratıcı’nın görüntü ile temsilinin yasaklanmış olması, doğrudan bir gönderi ile değil semboller yolu ile temsil edilebilmesi, hakikat-görüntü arasındaki ilişkiyi metafizik ve felsefi boyutta açıklayıcı bir örnektir. Hem Kitab-ı Mukaddes’te, hem Kuran’da anlatılan bir kıssa vardır. Hazreti Musa, Tanrı’yı görmek ister. Kitab-ı Mukaddes’teki kıssaya göre Tanrı tecelli edince çalı yanar, Kur’an’daki kıssaya göre ise tecelli dağın parçalanmasına yol açar. Yani Hak, görüntüye (imaja) hapsedilemez.

Bir diğer açıdan Yaratan, kendisi görülmediği halde her şeyi Gören’dir. Bu nedenle, görenle görülen arasında hiyerarşik bir ilişki vardır. İnsanlar arasında da ‘göz’ün denetleyici etkisi nedeniyle görülenin hep hiyerarşik olarak aşağıda olduğu bir ilişki mevcut olmuştur. Mesela Malik Allola, Cezayir’de sömürgecilerin kadınların peçesini açma girişimini bile bu hiyerarşinin tehdit edilmesiyle açıklar. Peçeli kadınlar gören, ama görülmeyen bir konumda olduklarından, hâkim sömürgeci/tabi sömürülen hiyerarşisi ile uyumsuz bir durum sergilememişlerdir. Sömürgeciler, kadınların peçelerini açmakta bu yüzden, yani kendi istedikleri hiyerarşiyi tesis için ısrarcı olmuşlardır.

Panoptikon

Michel Foucault, modern-kontrol edici devleti, ‘panoptikon’ kavramı üzerinden anlamaya çalışır. Aslında ‘panoptikon’, Jeremy Bentham’ın 1817’de Yeni Delhi’de inşa ettiği hapishanenin mimarisini tanımlar. Öyle bir mimaridir ki bu; mahkûmlar sürekli bir gözetim altında tutulabilmektedir. Her an gözleniyor olduğunun farkında olmak, mahkûmlarda disiplin ve uyma davranışı olarak gösterir kendisini. Bu mantık sadece hapishane mimarisi ile sınırlı kalmaz ve bütün üretim sürecine yayılma gösterir. Charlie Chaplin’in klasikleşen sessiz filmi Modern Zamanlar’da kahramanın vida sıkma eylemine ara vermesinin bütün fabrikada sirenlerin çalmasına yol açması, gözetleyiciliğin fabrika, hapishane, hastane ve okul gibi modern kurumların temel mantığı haline gelişinin bir eleştirisi olarak da okunabilir.

Günümüzde çok yaygın olarak kullanılan güvenlik kameralarının bu gözetleyiciliğe ve hâkimiyete işaret eden konumu da pek çok çalışmaya konu oldu. George Orwell’in 1984 adlı romanındaki ‘Big Brother’ bir kavram haline geldi. Bu izleme artık sadece devletler ve kurumlarla da sınırlı değil. Herhangi birinin, başka birini istediği zaman izlemesi imkân dâhilinde artık.

Güvenlik kameraları, yüz tanıma sistemleri ve kişi bulma araçları ile birleşince kanlı-canlı bireyler bir anlamda ‘dijital bireyler’e dönüşmüş oluyor. Web kameralar internette izleyicilere resimler dağıtınca da yerel gözler global toplumla, fiziksel varlığa sahip bireyler de dijital bireylerle eşleşiyor. Güvenlik, maddi uzaydan siber uzaya yayıldıkça ‘panoptik güc’ün yerini bazılarının polioptikon, süperpanoptikon ya da neo-panoptikon dedikleri şey alıyor.

Hayatının telif hakkını elinde tutmak

Güvenlik, cebri bir gözetlenme süreci. Bir denetleme ve otorite söz konusu bu gözetlemede. Ama televizyondaki reality showlar ve özel web kameralarla birlikte rıza dışı gözetlenme değil, teşhir ve narsisizmin söz konusu olduğu bir görülme arzusu ortaya çıktı. Pek çok kişi bloglarda, Facebook’ta ve benzeri sitelerde sınırlı olduğunu düşündüğü bir grup için hayatını sergiliyor. Fotoğraflarını, zevklerini, bütün gündelik hayatını. Yani hafiyelerin gizli kameralarla avlamaya çalıştığı bilgileri gönüllü bir şekilde sunuyor.

Artık panoptikonun ötesine geçmiş durumdayız. Dışarıdan bir göz değil izleyen, herkes kendi hayatının telif hakkını elinde tutarak şeffaflaştırıyor kendisini. Tabii ki bu, kontrolün olmadığı anlamına gelmiyor. Kontrol daha da içselleştirilmiş durumda ve pek çok kimse gönüllü bir şekilde bırakıyor kendisini izleyicisinin ellerine. Çünkü görülmekle var olduğunu hissetmek arasında doğrudan bir bağlantı kuruluyor. “Esse est per cipi” (var olmak, algılanmaktır) diyordu materyalist filozof George Berkeley.

Günümüzde sanki bu mottonun izinde kişi başkaları kendisini seyrettiği oranda var olduğunu hissedebildiği için, portföyünde mümkün olduğunca fazla malzeme bulundurmaya çalışıyor. Resimlerini, zevklerini, gittiği filmleri, hafta sonu yediği yemeği, hatta onunla iletişimde olan kaç arkadaşının olduğunu, gizlilik seçeneğini tıkladıysa arkadaşları için, değilse anonim bir cemaat için görünür kılmak istiyor. İnsanlar başrol oynamak, bir hikâyenin kahramanı olmak istiyorlar. Ve tabii bu hikâyenin çevresindekiler tarafından bilinmesini. Şaşırtıcı olan şu ki yeni nesil kendisine bakılmasından hiç rahatsızlık duymuyor. Kişisel bilgileri hakkında bir kıskançlığa sahip değil.

Diğer taraftan gözetleme teknikleri nedeniyle hiç bir mahremiyetin kalmadığı ortamda özel hayat hakkı, mahremiyet hakkı da günümüz toplumunda en fazla gündeme gelen konular arasında. Bu çelişkili bir durum ve ayrıntılı bir tartışmayı hak ediyor.

Yeni ilmihal

Müslümanlar nefs terbiyesinin temel ilkesinin az konuşmak olduğunu; ayıpların örtülmesinin temel ahlak kaidesi olduğunu; kendini övmenin en büyük ahlak zaafı ve ‘görünme’nin de ‘olma’nın önündeki en büyük engellerden biri olduğunu kabul ederler. Bu kabullere rağmen Müslümanların, görmenin ve görünmenin hiyerarşisini değiştiren yeni teknolojileri sorgulamaksızın ve hiç bir filtre ya da kasis koyma gereği duymaksızın hayatlarına dahil ediyor oluşu, zamanımızın en çelişkili ve en eklektik durumu.

Yeni teknolojinin çerçevesi ve bu çerçeve içinde nasıl bir ahlakın tesis edileceği ile ilgili daha derinlikli düşünebilmek için, sadece ulusal ya da uluslararası güvenlik ya da kişinin özel hayatının korunması çerçevesinde bir değerlendirme yapmak yeterli değil. En azından biz Müslümanlar için… Her davranışını sergilenecek, gösterilecek bir kayda dönüştürmenin, kişinin amelî durumunu ve hayat tasavvurunu nasıl etkiliyor olduğu meselesi ilmihalimize dâhil olmalı.

Nazife Şişman

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir