Nazife Şişman

TEKRAR İLE TEFEKKÜR SARMALINDA MODERN/MÜBAREK ZAMANLAR

 

Geçen gün genç bir grupla konuşurken hayata dair sorgulamalara, “İyi nedir?” “Yapmakta olduğumuzun en isabetli tercih olduğunu nereden bileceğiz?” şeklinde bir muhasebeye daldık. Bir ara buradan çıkış olmadığını fark ettim. Zira muhasebe gibi görünen şey aslında “Ne yapmalı?” sorusunun gölgesinde atalete götüren bir yol açıyordu. “Örgü örerken her seferinde bakalım ne kadar örmüşüm, ne kadar iplik kullanmışım diye dibine kadar söküp bakarsan hiç yol alamazsın.” diye bir cümle döküldü dudaklarımdan. Muhasebeye evet, ama sürekli içe içe kıvrılan, sorgulama, “tefekkür” ve “yüksek felsefe” imajındaki oyalanmalara hayır demekti kastım.

Ama benim kastımı aşan bir etkisi oldu. Gençlerin “Bu metafor bizi şimdilik susturdu, bir dahaki raunda hazırlıklı geleceğiz.” sözleriyle bitti bu muhavere. Muhavere bitti ama benim zihnimdeki akış devam etti.

Hayat bir örgü müdür? Bu metafor üzerinden devam edersek, malzemeler verili midir? İp, şiş, tığ ya da iğne… Ya da bir örgü makinesi mi? Tekstil fabrikası mı yoksa? Kendisine pamuklu ip verilen kişi iğne oyası gibi bir örme yapabilir mi? Pamuk ya da yün verili olabilir; ama kalın bir pazen ya da aba dokumak da onu inceltip tiril tiril bir yünlü ya da ipek gibi bir merserize dokumak da mümkün.

O zaman demek ki verili olanı nasıl kullandığımız asıl mesele. İpek değil de yün olabilir bize verilen. Talebimiz iğne oyası gibi bir dokuma ise yünü de narin bir şekilde işleyebiliriz. Burada talep ve gayret girer devreye. Belki de bu yüzden İlahiyat-ı Kenan’da beni en çok çarpan mısra, Tuğrul İnançer’in sesinin tınısıyla da güçlü bir ifadeye kavuşan “Talebin ne ise osun sen”mısraı olmuştur.

 

Bizi biz yapan taleplerimiz. Ama “Benim amacım aslında bu muydu acaba?” sorgulamaları eşliğinde, her seferinde bükülen ipi ve örülen örgüyü sökersek yol alamayız. Bu tür bir sorgulama ne tefekküre kapı aralıyor, ne de kişiyi muhasebeye sevk ediyor. Çünkü “Esasında ben ne istiyorum?” sorusu akleden kalbi, fikreden zihni değil, nefsi muhatap alan bir sorgulama düzeyine işaret ediyor ekseriyetle. Bu tarz sorgulama, modern kimlik kurgusunda çok önemli bir işleve sahip. En içte hiç bir dış kurgudan etkilenmeyen dokunulmamış bir öz olduğu ve bireyin bu özü keşfederek kendini gerçekleştirebileceği şeklindeki kimlik anlayışı hakim günümüze. NLP de bu anlayışa yaslanarak “gerçekte ne istiyorum?” sorusunu merkeze alıyor ve bireyin bencilliğini besleyen benmerkezci bir yaklaşım üzerine bina ediyor stratejisini.

 

“İpliğini büküp sonra çözen kadın gibi olmayın.” hadisi şerifinin hafızamdaki izi belki de böyle ip ve örgü üzerinden bir istiareye başvurmama yol açan. Ritüel ve ahlaki davranış arasında bağlantı kuran Amerikalı felsefeci Martha Nussbaum’un tespitinin ilginç gelmesi de bu arka planla alakalı olabilir.

 

Ritüel ile ahlaklı bir hayat arasındaki bağlantıdan bahsediyor Nussbaum. Esasında pek çok insanın kolayca kurabileceği bir bağ değil bu. Çoğu insan ritüel deyince, her gün tekrar tekrar aynı can sıkıcı şeyi yapmak zorunda olmayı anlayacaktır. Ve bunun da düşünme ve tefekkürü ihtiva eden ahlakla pek bir bağlantısı olmasa gerek, diye düşünülebilir.

 

Nussbaum’un zihnimizde belirmesi muhtemel bu sorulara bir cevabı var elbette. Ona göre ahlaki bir yaşamın merkezinde duygular yer alır. Yani eğer neye derinden bağlı olduğumuz üzerinde düşünürsek, bu bizim ahlaki hayatımızı da düzene sokacaktır. Çünkü biz pek de kontrol edemediğimiz şekilde kişilere ve eşyaya derinden ve tutkulu bir bağlılık duyarız. Fakat insan hayatının ihtiva ettiği en derin duygusal bağlılıklara gelince: keder, kaybetme, özlem, neşe… Bunlardır en derin bağlılıklar. Ve bu açıdan bakıldığında ritüel hiç bir zaman bizden uzak kalmaz. Çünkü ritüel, muhteşem bir müzik parçası gibi bizim içimizdeki, derinlerdeki bağlılıklara temas eder; tekrar etmek sıkıcı gibi görünebilir ama ancak tekrarla hatıralar su yüzüne çıkar.

 

O yüzden hatırlamak ve tekrarlamak, dinin en temel iki dayanağıdır.

Hatırla  diye başlayan ne çok ayet vardır! “Hiç bir şey olmadığın, bir su damlası olduğun” dönemleri, ruhlar yaratılıp “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna muhatap olduğun dönemi, Yunus’un balığın karnındaki pişmanlığını, Musa’nın Firavun’un karşısındaki dirayetini, İsa’nın çarmıhtaki serzenişini, Davud’un demiri büken kudretini, İbrahim’in oğlunu kurban ederken ki teslimiyetini… Hatırla… Hatırlamakla iman etmek arasında çok önemli bir bağ var.

 

Bir de tekrarlamak… Hz. İbrahim’im teslim oluşunu, Hacer’in çabalayışını, Musa’nın duasını, Hz. Muhammed’in hayatının hemen bütün ayrıntılarını tekrar etmek… Günü beşe bölmek, belli sayıda secde ve rüku yapmak, belli sure ve duaları okumak, her Ramazan ayında oruç tutmak, Zilhicce ayında Kabe’ye gidip herkesle birlikte aynı tavafı, sa’yi vb. ritüelleri uygulamak… Bu farz ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetlerde de mesela zikirde de aynı tekrar mantığının hakimiyetini görmek mümkün. Peki bu şekle dair tekrarın daha üst bir şuur ve varlık seviyesi olarak kabul edilen tefekkürle karşıt bir konumlanması vardır denilebilir mi?

Hac da bir ritüel değil mi? Yaratılışı, varlığı, ölümü tekrar tekrar tecrübe ettiğimiz bir sahne… Peki bundan daha derin tefekkür mevcut olabilir mi?

Bu açıdan bakınca aralarında çelişki varmış gibi görünmesi çok yanıltıcı. Hayatın biteviye akışına teslimiyetle onu hikmetli kavrayış, ve dahi yaşayarak dönüştürmek eş zamanlı ve iç içe… Bu hakikati, tefekkür ile  ritüelin karşıtlığı üzerinden değil, tamamlayıcılığı üzerinden giderek idrak edebiliriz ancak. Zira tefekkür ile ritüel çelişkili gibi görünse de bir birini besleyen iki kadim insani tavır. Üç aylar bu hakikati idrak etmek için eşsiz bir fırsat sunuyor bize. Çünkü ibadetlerle, ritüellerle gündelik hayatımızı örgütlerken bir akışın içine teslim oluyoruz. Ramazan’la buluşmamız, Bayrama kavuşmamız, her yıl böyle ve bu zamana özgü rutin bir akışa teslimiyetin sonucunda vaki oluyor. Ama bu teslimiyet ve rutin akış, aynı zamanda varlığı hikmetli kavrayışa kapı aralayacak ve bizi kemalât basamaklarında yükseltecek tahavvüllerin de vuku bulduğu zemin.

Nazife Şişman 

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir