Nazife Şişman

Nazife Şişman dikkat çekiyor?

10450

Röportaj: Merve Altınok/ Dünya Bizim

“Bizim bir şeyi yaşıyor olmamız, onu bildiğimiz anlamına gelmez.” diyen Nazife Şişman ile oylumlu bir söyleşi gerçekleştirdik.

İsterseniz güncel bir tartışmadan başlayalım. Kürşat Bumin İsviçre’de başörtüsü yasağı için Türkiye’yi örnek gösterdiklerinden bahseden bir yazı kaleme aldı. Neden dindarlar bu konuda sessiz ?

Minare yasağında Vakit ile Cumhuriyet aynı yerde buluşurken kendilerini laiklik üzerinden tanımlayanlar başörtüsü yasağı söz konusu olunca Avrupa’da şikayet ettikleri fobileri devreye sokuyorlar. Ama asıl dikkat çekici olan dindarlar demek ne kadar doğru bilmiyorum ama kendisine “İslami camia” denilen kesim bu mesele yokmuş gibi yaşamaya devam etmek istiyor. Erkekler, bunu kadınların huysuzluğu ve mızmızlığı gibi algılamaya meyyal. Entellektüel ilgileri olan genç kızlar da bu meseleyle aralarına özel bir mesafe koyuyor.

Dindarlar, hatta başörtülü kadınlar, Fatma Barbarosoğlu’nun dediği gibi başörtüsü yorgunu mu?

Evet genelde dindarlar, özelde başörtülü kadınlar ‘başörtüsü’nü konuşmaktan yorgun. Çözüm noktasındakiler için “yine mi maraza” şeklinde bir rahatsızlığa tekabül ediyor başörtüsünü konuşmak. Bizzat başörtülü genç kızlar içinse farklı saikler var arka planda. Bir kısır döngü içinde cereyan etmesi, çözümsüzlüğün yaşattığı kırıklık, hep aynı yakınma ve şikayet tonunda konuşma…

Önceki kelimeler aşağılayıcı idi

Başörtüsü 70li yıllarda konuşulurken bugün duymaktan rahatsız olacağımız bir üslup hakimdi. Çok zayıf bir noktadan gerekçeler, argümanlar öne sürülüyordu. Mesela “kızıl saçlı bir kadını gören erkek evdeki karısını beğenmeyebilir” tarzında açıklamalar hakimdi. Kadın cinselliği ve bunun erkekleri için tahrik unsuru olduğu şeklindeki açıklamalar en alt düzeyde bir üslupla sunuluyordu. Ama bunları yazan kitaplar bırakın eleştirilmek, yutulurcasına okunuyordu.

Bugün başörtüsünü daha siyasi, felsefi, metafizik ve ontolojik düzeyde ele alabilecek bir dil gelişiyor. Mesela aynı gerçekliği biz daha üst bir dil kullanarak ifade ediyoruz bugün. Ne diyoruz? İslam, cinsler arası ilişkiyi ve cinselliği, bugünkü seküler sistemden farklı bir düzenlemeye tabi tutuyor. Mesela Fransızların cinsellik ve bireycilik anlayışında birey nötr kabul edilir ve cinsler arası gerilimin inkarı üzerine bir vatandaşlık ve laiklik tanımı oturtulur. Bu nedenle de kadınların cins kimliğinin vurgulanması anlamına gelen tesettür,  eşitliğe de, laikliğe de bireyciliğe de aykırı görülür.

İslam aradaki farkı gözetiyor

Halbuki İslam, cinsler arası farklılığın kabulü ilkesine dayanarak bir toplumsal ilişkiler düzenlemesi yapar. Bu nedenle de kadim bir mesele olan kadın-erkek gerilimini toplumsal hayatta tesettür ilkesiyle (erkeğin gözünü sakınması ve kadının örtünmesi) çözümleme yoluna gider. Yani temel kabul noktasında farklılıkları vardır iki sistemin. Biri gerilimin inkarı, diğeri ise kabulü üzerinden bir sosyal politika izler. Bunu uzun uzun konuşabiliriz.

Ama benim vurgulamak istediğim husus şu: Bu meseleyi bugün böyle bir üslupla ele alan bir dil gelişiyor.

Farklı bir dil önerisiyle ilgili metafizik boyuta da işaret ediyordunuz başka yazılarınızda?

Evet Küreselleşmenin Pençesi İslam’ın Peçesi’nde şöyle bir anekdota değinmiştim. Hallac-ı Mansur’un  (ö.922) seyr ü sülukta erlik iddia eden bir kız kardeşi vardı. Güzel bir kadındı. Bağdat sokaklarında yüzünün yarısı açık halde dolaşır gören büyüklerden biri bunun nedenini sorar. O da “Bana bir erkek gösterin de yüzümü örteyim. Eğer kardeşim Hüseyin’e saygım olmasa –ki o da tam erkek sayılmaz- yüzümün yarısını da örtmezdim.” cevabını verir.

Aktüel yani siyasal düzeyin üzerine çıkıp felsefi, metafizik bir düzeyden bu cevabı yorumlayabildiğimizde, yani bu ilim düzeyine ulaşabildiğimizde başörtüsü konusunda fikir geliştirmek de siyaset üretmek de mümkün olacak diye yazmıştım o zaman. Son bir kaçyıldır bu konuda ümitvar olmamızı sağlayacak gelişmeler var. Yani tesettür meselesini daha üst bir dil kullanarak tartışmak artık mümkün.

İslam felsefesinde toplumsal manada erkeklik ve kadınlıkla doğrudan irtibatı olmayan erillik, dişillik gibi kavramları ele alan çalışmalar yapılması gereği dile getiriliyor günümüzde. Çünkü ancak böylece sadece toplumsal ve siyasalın çereçevesi içine sıkışmayan, insanı bu dünyada ama aynı zamanda öte ile bağlantısı olan bir varlık olarak kabul eden bir yaklaşımı devreye sokabiliriz.

Bunu cinsler arası ilişki dahil pek çok alan için devreye sokmak zorundayız. Bu da sosyal bilimler çalışanların, İslam düşünce ve felsefesi müktesebatına da sahip olarak başarabilecekleri bir husus.

Tam da bu üst düzeyde ele alış mümkün iken mi bıkkınlık başgösterdi?

Evet. Tam da daha üst düzeyde bir ele alış mümkün iken. Tam da şimdi başörtülüler başörtüsünü konuşmaktan, okumaktan düşünmekten bıkkınlık duyuyor ve kaçınıyor. Bu ciddi bir problem. Bu bıkkınlık, bu görmezden gelme, önemsememe ve yokmuş gibi davranma, yasaktan daha tehlikeli.

Çünkü hayatını başörtüsü taraftarlığı üzerinden kurgulamak, hayatındaki bütün olumsuzlukları, başarısızlıkları başörtülü olmaya tahmil etmek patolojik bir durum. Ama başörtüsüyle ilgili konuşmaya gerek duyulmayacak kadar her şeyin hallolmuş olduğunu düşünmek ya da bu konuda artık bir şey söylenemez diye uzak durmak da aynı oranda patolojik.

Peki neyle açıklıyorsunuz bu patolojiyi?

Başörtüsünü konuşmama, böyle bir meselemiz yokmuş gibi davranma haleti ruhiyesineteslim olanların şöyle bir zihinsel süreç içinde olduklarını tahmin edebiliriz. Neye dayanarak yapabiliriz bu tahmini? Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi ilkesinden yol alarak. Zaman zaman hepimiz şu minvalde düşünürken rastlıyoruz kendimize:

Zaten biz yaşıyoruz, bir başkası bize bu konuda ne söyleyebilir ki? Hem dışarıdan yorumlayan değil, kendisi de aynı sorunu yaşayan birisiyse söz konusu kişi? Yani aynen benim gibi başörtülü biriyse? Benden farklı ne tecrübe etmiş olabilir de bana farklı bir şey söyleyebilir? Zaten yaşıyoruz ve biliyoruz, konuşmaya ve yazmaya ne gerek var? diye gerekçelendirilebilir bu tavır. Sanıyorum bu konuda konuşmaktan imtina eden, müstağni davranan pek çok kimsenin gerekçeleri, böyle bir izlek takip eder. Ve hepimizin bu hisse kapıldığı zamanlar olmuştur.

Röportajın devamı için tıklayın

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir