Nazife Şişman

Müslüman Kadınların Arkaplanındaki Tarihsel Derinlik

Muhammed Ekrem Nedvî, hadis ve fıkıh alanında çalışan bir âlim. Hadis ravileri ve hadis hafızları arasında rastladığı kadın isimlerinden yola çıkarak onların muhtemelen bir cilt tutacağını tahmin ettiği biyografilerini hazırlamak üzere on yıl önce çalışmaya başlar. Ama şu ana kadar 8.000 isme ulaşır ve onların biyografileri de yaklaşık kırk ciltlik bir ebata ulaşır. Tabii ki bu kadar cesametli bir eseri yayınlayacak cesur bir yayınevi bulamaz ve sadece mukaddime bölümünü İngilizce olarak yayınlatmayı başarır. Al-Muhaddithat: The Women Scholars of Islam1 adlı kitap, işte bu büyük çalışmanın giriş bölümü sadece.

İslam tarihinde başka alanlarda öne çıkmış kadınlara değil, sadece hadis ve fıkıh alanında öne çıkmış isimlere yer veren böyle bir çalışmadaki kadınların sayısı, pek çok kimseyi oldukça şaşırtıyor. Kitabın Türkiye’deki ve Amerikan basınındaki ilk tanıtım yazılarında bu şaşkınlığın izlerini görmek mümkün.2Müslüman kadınlarsa bir taraftan şaşırıyor, diğer taraftan da çağdaş dünyada kendilerine destek olacak güçlü bir dayanak bulduklarını düşünüyorlar. Hem sosyal hayatta kendilerine alan açarken, hem de seküler/feminist/oryantalist yaklaşımların, dinler ve kadınlar, özellikle de İslam ve kadınlar arasında var olduğunu iddia ettiği olumsuz ilişkiye karşı çıkarken.

Gerçi Nedvî, kadın çalışmaları alanında uzman olmadığını özellikle belirtme gereği hissediyor kitabının girişinde.3Yani bu çalışması kadınlara sosyal hayatta alan açma çabasından ziyade, yaptığı araştırmalar esnasında doğal olarak karşılaştığı bir bilgiyi paylaşmaktan ibaret. Yine de İslam tarihinde kadınların ne oranda yer aldığı tartışmasından uzak bir noktada değerlendirilemez bu çalışma. İster istemez bu çalışma da “İslam tarihinde kadınlar yoktur” ithamına bir cevap niteliğindedir. Yazarının açık hedefi bu olmasa da. Peki, neden böyle bir ithama muhatap ve dolayısıyla neden böyle bir ithama cevap verme zorunluluğu içinde kalmıştır Müslümanlar?

İslam Tarihinde Kadınlar Var mıydı?

İslam dünyasında kadın etrafında tartışmaların başlaması da, “İslam tarihinde kadınlar vardır” şeklinde bir iddia ya da bir karşı iddianın ortaya çıkışı da Batı karşısında yenilgiler yaşadığımız ve kendimizden şüpheye düştüğümüz bir döneme rastlar.

Oryantalistler ne diyordu? “İslam, özünde kadınlar için baskıcı bir niteliğe sahiptir; peçe ve haremlik/selamlık ayrımı bu baskının en bariz göstergesidir; zaten İslam toplumlarının genel ve gözlenebilir geriliğinin sebebi de bu geleneklerdir.” Bütün oryantalist külliyatı bir cümlede ifade etmek istersek böyle özetleyebileceğimizi söyler Leyla Ahmed4Yani bu oryantalist çerçeveden bakıldığında şöyle bir resim ortaya çıkar: Müslüman kadınlar tarihe katkıda bulunamamış, ya köle pazarlarında satılmış, ya haremlere kapatılıp sadece cinsiyetleriyle ön planda olmuşlardır.

Batı’dan bakıldığında Doğu, özelde de İslam dünyası koskoca bir harem gibi algılanır. Batı’nın Müslüman kadınlarla ilgili böyle bir imajı benimsemesinin kendine özgü gerekçeleri var elbette. Çünkü Avrupa kendi kimliğini kurarken Doğu’yu, özelde de İslam dünyasını ötekileştirdi. Bütün olumsuz özellikleri yüklediği bir Doğu imajına ihtiyacı vardı. Bunu da kapatılmış, ezilmiş kadın imgesi üzerinden yaptı. Montesquieu’nun İran Mektupları‘nda da görüldüğü üzere, sivil toplumdaki ve devletteki adaletsizliğin ve keyfi idarenin eleştirisi hep harem üzerinden yapılmıştır.5 “Ezilmiş, boyun eğdirilmiş Müslüman kadın”ın Batılıların temsilinin merkezine yerleşmesi, on dokuzuncu yüzyılda İngiliz ve Fransız İmparatorluklarının kuruluşu ile eş zamanlı olarak gerçekleşmişti.6 Yani bu imajların doğrudan doğruya sömürgecilikle ve sömürgeciliğin meşrulaştırılmasıyla ilişkisi vardı. Bu meşrulaştırma 19. yüzyılla sona ermedi. 21. yüzyılda da Amerika hem Afganistan işgalini, hem Irak işgalini meşrulaştırırken kullandı “ezilmiş, burkalı kadın” imgesini.

Oryantalistlerin bu kalıp yargıları, Batı karşısındaki yenilgiyle yüzleşmeye çalışan Müslümanların kendileriyle ilgili görüşlerini de etkiledi. Onların bizimle ilgili bakışlarında kırılan bir bakışı benimsedik kendimizle ilgili olarak 7  ve modernleşme tarihimiz bu oryantalist önyargılara cevap üretmekle geçti. Hala da bu cevap verme pozisyonundan pek kurtulduğumuz söylenemez.

Peki, İslam tarihinde kadınlar gerçekten var mıydı? Bu varlığı neyle açıkladığınız, neyle ölçtüğünüz ayrı bir tartışma konusu.

Sıradan hayatlar yaşayanların tarih kitaplarında yer almadığı, tarihin büyük olaylar ve savaşlar üzerinden kaleme alındığı yolundaki eleştiriler, mikro tarih, sözlü tarih gibi yeni tarih yazıcılığı şekillerini ortaya çıkardı. Hâlbuki İslam tarih geleneğinde hadis rivayetine gösterilen hassasiyet nedeniyle ilm-ü rical denilen ve kişiler üzerinden yürütülen bir tarih anlayışı zaten vardı. Bu gelenek daha sonra evliya tezkireleri, hadis tabakâtları şeklinde devam ede gelmiştir. İşte bu kitaplarda, mesela şuara tezkirelerinde, evliya sefinelerinde, hadis tabakât kitaplarında kadınların isimleri erkeklerle bir arada yer aldı hep.

Ama ne zaman ki “İslam tarihinde kadınlar vardır” şeklinde savunmacı bir anlatıya gerek duyuldu. İşte o zaman bu kadınların, hem oryantalist önyargıya cevap olarak hem de modernleşme esnasında kendi tarihimizden örneklik teşkil etmek üzere müstakil kadın biyografileri ve kadın ansiklopedileri içinde derlenmeye başladığını görüyoruz.

Mesela, Mehmet Zihni Efendi’nin (1846-1913)8 yazdığı Meşahirünnisa 9 adlı kitap, kendi türünde İslam dünyasında yazılmış ilk ansiklopedik biyografidir. Mehmet Zihni Efendi bu kitabı Dar’ül-Muallimat’ta 10 okutulmak üzere Maarif Nezareti’nin (Eğitim Bakanlığı) siparişi üzerine kaleme alır, 1878’de. Bu kitapta her hangi bir vesileyle şöhret bulmuş kadınlar yer alır. Binin üzerinde isim vardır. Sadece iyi özellikleriyle değil, kötü özellikleriyle şöhret bulmuş kadınlara da yer verir Meşahirünnisayazarı.

Kitabın kompozisyonunda dikkat çekici husus, gerek ilim gerekse siyaset alanında şöhret bulmuş, önemli işler yapmış kadınların çok doğal bir dil ile sunulmasıdır. Mehmet Zihni Efendi’nin ifadelerinde ne Şeceret’üd-Dür adında Eyyubîler zamanında devlet yönetiminde bulunmuş bir Müslüman melikeden bahsederken ne de büyük mutasavvıf İbn Arabî’nin hocasının bir kadın olduğundan bahsederken hayrete mucib bir şeyden bahseder gibi bir vurgu söz konusu değildir.

Meşhur hadis alimi Süyûti’nin hocası olan ondan fazla kadın ismi zikreder. Ve bunları anlatırken de hayreti mucip olduğunu bize ihsas ettiren bir vurgusu yoktur. Yani ‘vay be kos koca hadis aliminin hocası da bir kadınmış” şeklinde bir vurguyla karşılaşmıyoruz bu kitapta. Demek ki bu alanlarda kadınların varlık göstermesi nadirattan değil. Ya da üzerine özel vurgu yapılmasını gerektirecek bir kadın söylemi henüz tedavülde değil.

Ama daha önce tabakat ve sefine kitaplarında şair, muhaddis, mutasavvıf gibi sıfatları nedeniyle yer alan kadınlar, bu kitapta sadece kadın olmaları hasebiyle yer alırlar. Bu yeni bir yaklaşımdır. Ve yukarıda bahsedilen İslam’ın kadınlar için ezici olduğu iddiasına bir karşı cevap teşkil eder.

Diğer taraftan modernleşmeyi çeşitli vecheleriyle tecrübe eden Osmanlı toplumunda, kadınlar ve ‘kadınlık’la ilgili konular çok merkezi bir tartışma alanı olarak karşımıza çıkar. İslam dünyasında, sömürgeciliğe muhatap olma/olmama bakımından ya da dönemsel açıdan bazı farklılıklar var olsa da kadınların modernleşme-medenileşme söyleminin merkezine oturması ortak bir tecrübedir. Bu nedenle Osmanlı toplumu üzerinden yaptığımız değerlendirmeler, özellikle kadınların eğitimi, batı karşısında ezilmişliğin göstergesi olması gibi bakımlardan İslam dünyasının genel tavrını anlamak bakımından aydınlatıcıdır.

Batının meydan okuması ile karşılaşan Osmanlı toplumu, “yeni bir toplum için yeni bir kadın, yeni bir kadın için de eğitim gereklidir” ilkesinden hareket ediyordu. Burada vurgulanan tabii ki modern eğitimdi. Çünkü klasik Osmanlı toplumunda o günün ihtiyaçlarına yönelik örgün olmayan, yaygın bir eğitimin içindeydi kadınlar. Sanayi öncesi bir ekonomi örgütlenmesi vardı ve erkekler gibi kadınlar da daha ziyade usta-çırak ilişkisi içinde sürdürüyorlardı eğitimlerini.

Modernleşme, Batılı kurumların aktarımı üzerinden yürüdüğü için eğitim de modernleşmenin ana payandalarından biri haline geldi. Ve tek kanatla uçulmayacağı tespitinden yola çıkan Osmanlı aydınları, kadınların eğitimine büyük önem verdiler. İşte bu eğitim esnasında bir Batı dili öğrenen, Batılı adab-ı muaşereti öğrenen genç kızlara sadece eğitim görmüş başarılı Batılı kadın örnekleri sunmanın sağlıksızlığını gördü Maarif Nezareti. Bizim tarihimizden örnek hayatların sunulması önemliydi.

İki açıdan önemliydi:

I-Dünyanın medeni ve barbar diye, yani Avrupa ve “dünyanın geri kalanı” diye bölündüğü bir dönemde, medeni milletler arasında sayılmak için ‘barbar’ denilen Afrikalı kavimlerden farkımızı, tarihsel birikimimizi hem karşımızdakilere hem kendimize göstermek istiyorduk.

II-Modernleşirken kendimiz kalmak da istiyorduk. Kendimiz kalmak için de büyükannelerimizin doldurduğu yeri, ortaya koyduğu varlığı arkamızda hissetmeli, ondan istifade etmeliydik.

Osmanlının ve İslam dünyasının ilk yazar kadını Fatma Aliye’yi (1862-1936)11eslâf-ı nisvan, namdarân-ı zenân gibi başlıklar altında İslam tarihinden kadınların isimlerini zikretmeye yönelten de bu kaygıdır. Çünkü o, kadın haklarını savunurken Avrupalı kadınlarla halef selef ilişkisi içinde olmamak gerektiğini savunur. “Bablulardan İbret Alalım” adlı makalesinde mavi çoraplıları değil, kendi selefinden kadınları örnek alma üzerinde vurgu yapar. “İşte biz bu gibi emsalden ibret almamalıyız da kendimizi onlara benzetmemeğe çalışmalıyız” “Evet! Biz bablulara halef olmamalıyız. Biz eslaf-ı İslam’dan gelmiş olan meşahir ve namdaran-ı zenana halef olmalıyız.” 12

Bir tarafta eslaftan kadınlar bulma çabasını görüyoruz bu dönemde. Diğer tarafta ise o gün eğitilmiş, modern kadınlara örnek olması umulan yaşayan kadınları kâğıt üzerinde görünür kılma çabasını. Fatma Aliye’nin kendisinin bir örnek hayat olarak yer aldığı ve Ahmet Mithat Efendi tarafından kaleme alınan Bir Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti 13 adlı kitap, bu açıdan bir ilktir. Hem formu, hem muhtevası bakımından yenidir.

Aynı yıllarda Mısır’da Zeynep Fevvaz, Fatma Aliye’ye de yer verdiği bir kadın biyografileri kitabı yayınlar.14 Avrupalı ve Hıristiyan kadınlara da yer vermesine rağmen, eserini tabakat ve teracim kitaplarının devamı olarak tanımlar. Böyle bir devamlılıktan güç alsa da 453 isme yer veren ve “Tecrit Edilmiş Kadın Nesillerinden Saçılmış İnciler” şeklinde tercüme edilebilecek kitabının ne derece klasik geleneğin devamı olduğu tartışmalıdır. Çünkü İbn Sa’d’ın Tabakât’ında 15 kadınlarla ilgili bir bölüm bulunsa da, 19. asır öncesi biyografik eserlerde cinsiyet temelinde ayrımlara yer verilmez; ilim nakli ve arayışındakiler, kamu hayatındakiler, iktisadi aktörler gibi kategoriler içinde ele alınır kadınlar.

Ama 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren müstakil olarak kadınları ele alan kitapların ve dergilerde yayınlanan kadın biyografilerinin sayısında hızlı bir artış yaşanır.16 Çünkü hem tarihte kadınların var olduğu, hem o gün kadınların sosyal hayatta tecrübe ettikleri değişikliklerin meşru olduğu, hem de “ideal kadın”ın nasıl olması gerektiği gibi hususlar, “meşhur” kadınların hayatları üzerinden ifade edilmiş olur.

Tarih, 21. Yüzyıldaki Müslüman Kadınlara ne Söylüyor?

Yüz yılı aşkın bir süre önce Mehmet Zihni Efendi’nin ve Fatma Aliye’nin İslam tarihinde kadınların varlığına ilişkin bir cevap verme zorunluluğu vardı. Peki, bu durum ortadan kalkmış mıdır? Nedvî’nin Muhaddisat kitabının yankılarına bakıldığında bu iddia ve karşı cevap zemininin hala var olduğu görülüyor. Değişen, Nedvî’nin kitabını sunuştaki özgüveni ve cevap verme dilini reddedişi. Girişte bu eseri, kadın çalışmaları sahasından ziyade hadis çalışması sahasına hamletme vurgusu da bu yolda bir çabanın göstergesi.

Peki, Nedvî kitabında nelerden bahsediyor?

Hadis rivayetinde ehliyetin kadın ve erkek cinsiyeti açısından hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmadığını ifade ediyor öncelikle. Yani hadis ilmi, erkeklerin alanı olarak tanımlanmamıştır ki, kadınların burada erkeklere rağmen yer alması gibi bir çaba söz konusu olsun. Ve böyle bir durumun ilk yüzyıldan itibaren nasıl tecrübe edildiğini örnekleriyle anlatıyor: En fazla hadis rivayet eden sahabe hanımlar, kadın erkek karışık öğrencilere hadis öğreten ve icazet veren alimeler, kocasına ders veren kadınlar, karısından hadis rivayet eden alimler, Kütüb-ü Sitte’yi, Muvatta’yı ezbere bilen ve bunları mescidlerde, mesela Şam Emeviye camiinde talim ettiren kadın hocalar… Bunları sloganik savunma cümleleri olarak değil, tarihte yaşamış kanlı canlı şahsiyetler olarak gözler önüne seriyor kitapta. Dönemlere göre, coğrafi bölgelere göre, hadis rivayeti ve usulündeki, yani metodolojideki ağırlıklı konumlarına göre, hıfz ve kitabet vurgularını dikkate alarak çeşitli açılardan değerlendiriyor. Henüz yayınlanmamış 40 ciltlik biyografilerden sadece kısıtlı sayıda örneklere yer veriyor, bu mukaddimede.

Ama kitabın kapağında yer alan harita bizi, çalışmanın geri kalanı ile ilgili bir merak duygusunun kucağına bırakıyor. Tamam, pek çok kadın Buhari’yi ezberlemiş olabilir. Hatta bugün Şam’da Nedvî’nin bildiği 35 Buhari hafızı kadın da var olabilir. Ama 13. yüzyılda yaşamış Fatıma binti Sa’d’ül-Hayr’ın, İspanya’nın Valensiya kentinden Çin’e kadar ilim yolculuğu yapmış olduğunu ana duraklarıyla (Kahire, Şam, Bağdat, İsfahan, Rey, Nişabur, Tus, Buhara, Semerkant, Kaşgar) gösteren harita, eğer belgelenmemiş olsa “artık bu kadar da olmaz” dedirtecek kadar şaşırtıyor, bizim gibi çağdaş okuyucuları. Çünkü o yüzyıllardaki yolculuk şartları düşünüldüğünde, bir kadının “İlim Çin’de de olsa, arayınız” hadisini müşahhas hale getirmiş olduğuna inanmakta güçlük çekiyoruz.

Tecrübe ettiğimiz bu inanma güçlüğü ve ardından bu bilgi belgelendiğinde hissettiğimiz güven ve rahatlama, hepsi de modern dönemde karşılaştığımız sorgulamalarla alakalı. Tekrar etmekte bir beis görmüyorum. Tarihteki seleflerimizi bulma yolundaki özel çaba, “İslam tarihinde kadınlar yoktur” kalıp yargısına cevaben başlamıştır. Ama böyle başlamış ta olsa, tarihte selefimiz olan kadınları bilmeye ihtiyacımız var. Çünkü insan ancak bir hayattan ayak izi çıkarabilir. Ve ayak izi önemlidir, çünkü yol göstericidir. Önceliklerin, sabitelerin nasıl hayata geçirildiği, nasıl pratiğe taşındığı, ancak bir ayak izinde kendisini gösteren hayattan yola çıkılarak idrak edilebilir. Bu sebeple tarihin kadınlarını, “kadınların tarihi” perspektifine sıkıştırmadan bilmeye ihtiyacımız var.

Ve Nedvî’nin bu çalışması, tarihteki seleflerimizi bulma yönünde Müslüman kadınların önüne büyük bir alan açmıştır. Hem de meseleyi “kadınların tarihi” perspektifine sıkıştırmadan.

Nazife Şişman 

Yazı için tıklayın 

——————————————————————————————————————–

1-Mohammad Akram Nadwi, Al-Muhaddithat: The Women Scholars of Islam. Oxford&London: Interface Publications, 2007.

2-Kadın Alim Çokmuş?!, Radikal, 27 Şubat 2007; Carla Power, “A Secret History”, New York Times, February 25, 2007.

3-Nadwi, a.g.e., s. xı.

4-Leila Ahmed, Women and Gender in Islam. Michigan: Yale University Press, 1992, s. 152.

5-Mohja Kahf, Western Representation of Muslim Women: From Termagant to Odalisque. Austin: University of Texas pres, ss. 125-133.

6-Ahmed, a.g.e., s. 150.

7-Şerif Mardin’e göre “Onların bize bakmasından yola çıkarak bizim kendimize bakmamız” durumu, Tanzimat’tan bugüne kadar modernliğimizi saptayan bir değerlendirme olmuştur. Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesi, Modern Türkiye`de Siyasi Düşünce, cilt I, 5. baskı, İstanbul: İletişim yayınları, 2003, s. 44.

8-Mehmed Zihni Efendi, Arapça ve dini ilimlerde temayüz etmiş son dönem Osmanlı alimlerindendir.

9-Mehmed Zihni Efendi, Meşahir’ün-Nisa, 1877-1878.  Latin harfleriyle basımı: İstanbul, Şamil Yayınevi, 1982.

10-1870 yılında, ilk ve orta öğretim kız mekteplerine öğretmen yetiştirmek üzere açılan kız öğretmen okulları.

11-Fatma Aliye, büyük devlet adamı Cevdet Paşa`nın kızıdır. Arapça, Farsça, Fransızca, dini ilimler, tarih ve felsefe alanında evde eğitim görmüştür. 1892 yılında yazdığı Muhadarat adlı romanı ve Batılı kadınlarla muhaverelerini anlattığı Nisvan-ı İslam adlı kitabı 1893`te Arapça, İngilizce ve Fransızca’ya tercüme edilmiştir. Zamanında Avrupalılar tarafından da tanınan İslam dünyasının ilk yazar kadını olarak bilinir.

12-Fatma Aliye Hanım, “Bablulardan İbret Alalım”, Hanımlara Mahsus Gazete, sayı: 2, 1895, s. 3.

13-Ahmet Mithat, Fatma Aliye Hanım yahut Bir Muharrire-i Osmaniye’nin Neşeti. İstanbul: Kırkambar matbaası, 1311/1894.

14-Zaynab Fawwâz al-‘Amilî, al-Durr`al Manthûr fi Tabakât Rabbat al-khudûr. Kahire/Bulak: al-Matbaa al-kubrâ al-amiriyye, 1312/1894. (Scattered Pearls on the Generations of the Mistresses of Seclusion)

15-Bkz. Muhammed ibn Sa’d, al-Tabaqat al-kubra li-İbn Sa’d. Beyrut: Dar Sâdir wa Dar Bayrut, 1958.

16-Marilyn Booth, kadın biyografilerinin modernleşme söyleminde nasıl bir konuma sahip olduğunu Mısır örneği üzerinden anlatır. May Her Likes Be Multiplied: Biography and Gender Politics in Egypt.Berkeley&LA&London: University of California Press, 2001.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir