Nazife Şişman

DİKKATİNİ BANA VER!

Bizim zamanımızda birisine verebileceğimiz en önemli şey dikkatimizdi. Birini cezalandırmak istediğimizdeyse görmezden gelirdik. Şu cümleleri okuduktan hemen sonra, belki de daha yarısında whatsap’ın dınnn sesine dönüp, gelen 6 saniyelik videoyu seyrettiniz. Belki de uzun geldi, yarıda kestiniz. Sayfaya döndünüz, kaldığınız yeri bulmak için çaba bile gösterdiniz.
Ama bundan sonra söyleyeceğim şeyi baştaki cümleye bağlayabilecek misiniz, emin değilim. Çünkü dikkatiniz dağıldı.
Dikkat diyordum, birisine verebileceğimiz en önemli şeyimizdir bizim. Bu yüzden cezalandırmak istediklerimizden yüz çeviririz, kıymet vermediklerimizin yüzüne bakmayız.
Bu arada telefonunuzun çalmadığını, ekranın sağ alt köşesinden g-talk göstergesinin fırlamadığını, skype’ınızın vınlamadığını ve ekranınızdaki diğer açık pencerelerden birinin albenili bannerlarına gözünüzün kaymadığını varsayarak, benden/yazdıklarımdan dikkatinizi esirgemediğinizi, benden yüz çevirmediğinizi umarak devam ediyorum. Bu kadar uzun bir cümleye verecek zamanınız yoksa, 2 saniyelik shot videoların tadına alışkınsa damağınız, ağzımla kuş tutmayı denemeyeceğim, bilmiş olun.
Zaten bunun anlamı olmadığını da biliyorum. Ne internetin renkli dünyasıyla ve hızıyla rekabet edebilirim, ne de akıllı telefonların sunduğu imkanlarla. Yani ben her happening’de fotoğrafınızı çekip hayatınızı bir belgesele çeviremem. Size sanal bir ikinci hayat kuracak, hayatınızı timeline halinde kurgulayıp özetleyecek, bazen de online itibarınızı korumak için web intiharı yapmanızı sağlayacak donanıma sahip değilim. Boşuna delete tuşuna basmayın, benim hafızamın düğmesi sizde değil.
Ben, demlenmek, hatırlanmak, yeri geldiğinde yeniden şekillendirilmek bazen de üzerine unutkanlık perdesi çekilmek üzere bir görüntü, bir koku ve bir duygu ile birlikte yerleştirebilirim sizi hafızama. O da dikkatimi hak ederseniz.
Ama sizden dikkatimi esirgememişsem, yüzünüze, hatta gözlerinizin içine bakıyorsam, bu sadece bireysel olarak sizden kaynaklanan bir durum değil. Aile terbiyemiz bunu gerektiriyor.
Efendimizin birisine dönerken sadece başını çevirip bakmadığını, bütün vücuduyla döndüğünü, karşısındaki elini bırakmadığı sürece tuttuğu eli bırakmadığını, hiç bir zaman önce bırakan olmadığını öğrendiğimde çok etkilenmiştim. Kıymet vermek yüzüne bakmaktı, yani dikkatini, ilgini muhatabında yoğunlaştırmak.
Sherry Turkle, “Together Alone” (‘birlikte ama yalnız’ Teoman’ın bir şarkısının sözleriydi değil mi?) adlı kitabına, bir masa etrafında oturduğu halde kendi ekranına gömülen aileleri tasvir ederek başlıyor ve on beş yıl öncesinde sitayiş ve kutlama ile karşıladığı internet devriminin maliyetlerini anlatıyordu. Artık çoğu kişi o en kıymetli şeyini, yani dikkatini karşısındakinden esirgiyor. Ders dinlerken maillerine bakıyor, aile yemeğindeyken annesine eline sağlık demek yerine o muhteşem pastanın fotoğrafını instagrama atıyor, o an duyduğu cümleyi tweetliyor… Halbuki annenin gözleri, sevgi ve minnetle bakan o gözlerle buluşmak istiyor.

Sorum basit, ama derin: Dikkatin darmadağınık olduğu bir ortamda ne yapacağız? Bizi birbirimize bağlayan yeni yapıştırıcı ne olacak?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir