Nazife Şişman

21. yüzyılda genç olmak

Orson Welles’in şarkısındaki “Ben genç olmak nedir biliyorum, ama sen yaşlı olmak nedir bilmezsin” sözleri, insanın artık geleceğe değil de daha ziyade geçmişe bakmaya başladığı yaşlardakiler için teskin edici ifadeler. Hem kendini hem de genç muhatabını bilme iddiası taşıyor çünkü. Ama gerçekten doğru mu? Genç olmanın ne olduğunu, daha doğrusu 21. yüzyılda genç olmanın ne menem bir şey olduğunu gerçekten biliyor muyuz? I. Wallerstein “Bildiğimiz dünyanın sonu” diyordu, 20. yüzyıl biterken. Gençlik de bilmediğimiz, çalışmadığımız yerden soru gelen bir sınav gibi.

“Bizim zamanımızda” diye başlayan hiçbir cümle bugünkü kadar anlamsızlığa doğru yol almamıştı. Gençlik dediğimiz kategori 18. yüzyılın icadı ve zamanın hızı ile aynı oranda değişiyor, bu kategorinin tanımı da muhatap olduğu dünya da. Bu yüzden kuşak çatışması deyip ergenlik psikolojisinin kollarına teslim olabileceğimiz bir konfor yok, baştan söyleyelim. “Gençler bozuldu” klişesi de yetişemez imdadımıza. Çünkü kimin genç olduğuna dair bile net bir tanımımız yok.

Genç kimdir?

Bir uçta ergenliği belirsiz bir şekilde uzatan üst sınıfın çocukları olan uzatmalı öğrenciler var. Ailelerinin, toplumun ve devletin destek ve burslarıyla üretime katılmadan yıllarca okula giden, özgürlük ve sorumluluk arasındaki dengeyi kurmakta zorlanan ve demografik açıdan yetişkin sayılabilecek ergenler. Diğer uçta ise ergenlik gibi bir lükse sahip olmayan, çocukluktan itibaren çalışan alt gelir gruplarının, işsizlerin çocukları. Lise ya da üniversiteye giden gençlerin ergenlik bunalımları var. Hâlbuki aynı yaşlarda birden bire çocukluktan yetişkinliğe atlayıveren, tamirhanede, sanayide, sokakta çalışan gençlerin böyle lüks sorunlarla tanınma şansları yok.

Bir de her daim genç olmaya koşullanmışlar var. Piyasa bütün pazarlamasını gençlik üzerine kurguladığı için tükettikleri üzerinden genç kalmaya, genç görünmeye çalışanlar. Buradan bakınca gençlik bütün tüketim sürecini kapsayan bir şemsiye gibi. Hâlbuki tarihe baktığımızda çocukluktan yetişkinliğe geçişte atlanması gereken bir eşik ya da şartlara göre uzayıp kısalan Samet İnanır’ın ifadesiyle “tarihin elastik parantez”i gibi de görülebilir.

Bu noktada gençliğin evrensellik arz eden bir toplumsal kategori olup olmadığı sorulmalıdır. Pierre Bourdieau, “Gençlik sadece bir kelimedir” diyor. Sosyal bilimler literatüründe gençlik, demografik olarak 15-24 arası bir yaş dönemi şeklinde tanımlanır. Ama sanıldığının aksine ‘doğal’ bir insanlık hali, a priori bir durum, evrensel bir sabite değildir.

Gençliğin icadı

Peter Berger, gençliğin buharlı makine ile aynı dönemde icat edildiğini söyler. Buharlı makinenin baş mimarı James Watt’tır. Watt, buharlı gemilerle ve trenlerle modern insanın uzaklık yakınlık algısını değiştiren, böylece dünya algısını da değiştiren icadını yaptığında, takvimler 1765’i gösteriyordu. Gençliğin (ve çocukluğun) icadında başrolü oynayan kimse ise Rousseau’dur. J. J. Rousseau 1762 yılında çocuk eğitiminin temel ilkelerini dile getirdiği Emile adlı kitabı yazdığında, modern çocukluk telakkisinin temellerini atar.

Bundan bilemediniz yüz sene önce iki üç senelik bir zaman süresi ile sınırlı olan gençlik safhası, günümüzde çoğu birey için on hatta on beş seneye kadar uzayabiliyor. Tarih boyunca, daha ziyade erken yetişkinlik hâli olarak algılanmış olmasına rağmen, gençliğin toplumsal bir kategori oluşu çok yeni bir gelişme. Zira endüstrileşme, yetişkinliğe ve eğitim kanalıyla tam vatandaş oluşa geçişte uzun bir çıraklık dönemini zaruri kılar.

Sanayileşme, profesyonelleşmeyi beraberinde getirir. Bu da eğitim süresinin uzaması anlamına gelir. Dickens’in romanlarından hatırlanacağı üzere çocuklar ve gençler sanayi devriminin ilk dönemlerinde çok kötü koşullarda çalışırlar. Fakat sonradan gençlik, çocuklukla beraber ihtimam gösterilmesi gereken bir dönem olarak belirlenir. Bu nedenle çocukların belli bir yaşa kadar üretim faaliyetlerinde yer alması kanunla yasaklanır. Diğer taraftan, bir işe girebilmeleri, üretime katılabilmeleri için eski dönemlerle karşılaştırıldığında çok uzun bir eğitim sürecinden geçmeleri gerekir gençlerin. 19. yüzyılın ortalarında Manchester’da bir dokuma tezgâhında çalışan on iki yaşındaki John da, Amasya’da tarlada çalışan on üç yaşındaki Ahmet de gençtir. Hatta on beş yaş vatan için savaşıp şehit olmak için yeterince büyük bir yaştır. Ama bugün on sekiz yaşındaki hatta daha ileri yaşlardaki gençlerin hâlâ çocuk olduğunu düşünmemize yol açan bir vasat var.

Gelecek emanet edilen genç omuzlar

Gençlerin siyasal bir kategori olarak algılanmaları da hemen hemen paralel bir gelişmedir. Müstakil bir siyasal kategori olmamalarına rağmen gençler, dünya ve Türkiye siyasal tarihinde 19. yüzyıldan itibaren önemli bir rol oynarlar. Çünkü modern ulus devletlerin inşasında eğitilmiş gençlerin öncülük yapacağı fikri, ilerlemeye dair Aydınlanmacı düşüncelerden neşet eder. Gençler bir taraftan yeni uluslar tarafından inşa edilmiş, diğer taraftan ulusların bekası gençlere emanet edilmiştir.

Jön Türkler’deki jön, yani genç ibaresi, devletin bekasını üstlenen kuşaklar geçidinin başlangıcı gibidir. Cumhuriyetin gençlere emanet edilişinde, 1950’lerde 1960’larda devleti kurtarmak için eylemler yapan gençlerin örgütselliğinde hep bu ideal kurgu mevcuttur. Türkiye örneğindeki siyasete egemen olan bu gençlik vurgusu, hemen bütün ulus devletlerin kuruluş sürecinde geçerlidir.

“Bizim çocuklar”

Bugün gençlik ve siyaset ilişkisi konuşulurken 60’ların karşı kültür hareketi ve siyasal protesto dili ideal nokta olarak ele alınıyor. Gençlik özellikle 60’lardan itibaren bir karşı kültür hareketi olarak örgütlenmişti. Çiçek çocukları, hippi kültürü gibi özgürlük hareketleri, modern toplum eleştirisini hedefleyen ama aynı zamanda yapısı gereği, gerilimi boşaltan bir havalandırma deliği olmanın ötesine geçemeyen gençlik hareketleriydi. Nitekim 68 hareketinin militanları, bugün dünyayı yönetiyor. Eski ABD başkanı Bill Clinton ve eşi yeni başkan adayı Hillary Clinton, 68 sol hareketin içinden isimlerdi. Geçtiğimiz yıllarda İngiltere başbakanı olan Tony Blair de bu hareketin içinde şekillendirmişti siyasi görüşlerini. Ama İngiltere, Irak’ı işgal eden koalisyon güçleri arasına onun başbakanlığı döneminde dâhil oldu. Türkiye’de ise Hatırla Sevgili başta olmak üzere pek çok televizyon dizisinde nostaljik ve taraflı bir vurguyla izlediğimiz solcu gençler, 90’lı yılların en iyi reklam yazarları olarak eleştirdikleri kapitalist sistemle işbirliği yaptılar.

Apolitik gençler

Tüm dünyada artık bölüşümden tanınmaya, ideolojiden hayat tarzına doğru bir değişim geçiriyor siyaset alanı. O yüzden 1960’lardaki büyük anlatılara ve ideolojilere yaslanan siyasal duruşlar yerine bugün daha ziyade kültürel çatışmalar hâkim. Siyaset kültür üzerinden tanımlıyor kendisini. Çünkü post-modern dönem büyük anlatıları, kapsamlı ideolojileri geçmişe yolladı ve böyle bir stratejiye alan açtı. Bu nedenle de günümüzde artık kültür ve kimlik üzerinden siyaset yapılıyor. Son yirmi, otuz yıl içinde siyasal tartışma alanındaki bu gelişme gençlik kültüründe de bariz bir şekilde gösteriyor kendisini. Büyük ideolojik kavgalardan hayat tarzı savunusuna, etikten estetiğe doğru bir değişim yaşanıyor gençlik muhalefetinde.

Gençlik kültürü artık siyasal muhalefetten beslenmiyor. Tüketim toplumu, tüketim üzerinden bir kimlik sunuyor gençlere. Bu da bir ikilik ortaya çıkarıyor. Bir tarafta hayatını erteleyen ve tüketerek var olan sorumsuz gençler, diğer tarafta tüketime güç yetiremediği için olumsuz duyguları beslenen, hınç dolu gençler.

Bu noktada genel ve homojen bir kategori olarak gençlerden bahsetmenin de yersizliği ve isabetsizliği ortaya çıkmış oluyor. Ama sanki homojen bir gençlikten bahsedebilirmişiz gibi bonkörce sıfatlar kullanmaktan geri kalmıyor hiç kimse. Bir kültürel kimlik olarak gençlikle en çok nerede karşılaşıyoruz gündelik hayatta? Gazete ve televizyonlarda “gençler şöyleler, gençler böyleler” haberleri bir tarafta, 60’lar ve 70’lerle bugünün farklı gençlik tecrübelerini kıyaslayan, bu kıyaslamada bir istisna olarak Gezi gençliğini nazara veren ifadeler diğer tarafta. Bir taraftan geleceği emanet edeceğimiz ‘beklenen nesil’ bakışı, diğer taraftan her an radikalliğe kapılıp yıkıcı olabilecek özneler algısı…

Sıhhatli bir muhasebeye mâni olabilecek kestirmeler kaplamış durumda her yanı. Gençlikle ilgili genel kestirmelerin başında X, Y, Z kuşağı klişesi geliyor. Amerika’daki sosyolojik, pedagojik, psikolojik araştırmalar sonucunda varılan birtakım sonuçlarla elde edilmiş bu kavramları alıp olduğu gibi bizim toplumumuza uyarlamak sonuçta kavramların birer klişeye dönmesine neden oluyor.

Güvensizlik yüzyılında genç olmak

Gençlik, çocukluktan yetişkinliğe geçişte bir aşama olarak kabul edilir. Her kültürün çocukluktan yetişkinliğe geçişi algılayışı ve örgütleyişi farklı özellikler gösterir. Mesela Türk kültüründe çocuğun hanlık, beylik gibi yetişkinliğe dair sıfatları alabilmesi, evlenmek gibi yetişkin bir insanın kurduğu ilişkileri kurabilmesi için atlaması gereken bir süreçtir gençlik. Ve bu geçiş, isim alma töreniyle belirlenir. Dede Korkut hikâyelerinde bunun örneklerini görürüz. Batı mitolojisinde de kahramanlık/erkeklik/yetişkinlik aşamasına geçişe dair anlatılar vardır. Ulus devletlerin kuruluşu esnasında da ‘kahramanlık’, yetişkinlik emaresi olmuştur daima.

Modern zamanlarda ise kimlik kazanmada ‘meslek sahibi olmak’ çok merkezi bir yer işgal eder. Meslek sahibi olmak için alınan eğitim süresinin uzaması, modern genç kategorisini oluşturan ana süreçlerden biridir. Ama küresel kapitalizmin bugünkü aşamasında artık bir mesleğin garantisine sığınmaları mümkün değil gençlerin. Hem meslekler esnek olduğu ve kısa bir süre sonra işlevini yitirdiği için, hem de yüksek bir genç işsizliği oranı mevcut olduğu için. Hiçbir mesleğin, hiçbir diplomanın garantisinin olmadığı bir ortamda gençlerin kimlik oluşumu veya kimlik kazanması eskisinden farklı bir seyir izliyor. Richard Sennet, Karakter Aşınması’nda işin değişen niteliğinin, mesela “uzun vade yok” sloganında kendisini gösteren esnek işlerin kişinin kimliğini kurma süreçlerine ve aile ilişkilerine nasıl yansıdığını ele alıyordu.

Küresel kapitalizmin esnek iş piyasası ve güvensiz işler sunan ortamını yeni bir kavram üreterek, precariat kavramı ile tanımlayan Guy Standing’e göre de gençler güvensiz iş süreçlerinden etkilenen en büyük kesim. Ebeveynlerinin sahip olduğu iş güvencesine sahip olmayan, küresel kapitalizme borçlu doğan, tüketim ekonomisinin varoluş sınavını vermeye zorlanan gençler…

Hayatını yaşamak/hayatı ertelemek

Hayatın ertelendiği bu dönemin gün geçtikçe daha fazla uzaması, aileyi ve toplumu doğrudan etkilediği gibi benlik tanımlarını, sorumluluk duygusunu, olgunluğu, yetişkinliği vs. pek çok şeyi de etkiliyor. Çünkü hem aşırı özgürlük vurgusunun hâkim olduğu, ama aynı zamanda ekonomik olarak aileye/devlete bağlı kalınan; hem istediğini seçebilecek, her şeyi yapabilecek güçte olduğu vurgulanan, ama aynı zamanda sorumluluktan azade bir dönem günümüzde gençlik. 21. yüzyılda ‘hayatını yaşamak’ ile ‘hayatı ertelemek’ arasında kalan ve yaş aralığı her gün genişleyen gençlik, “bildiğimiz dünyanın sonu”nda yaşamanın ağırlığı altında şekilleniyor.

Nazife Şişman

*Bu yazı Nihayet Dergi Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir